Büyük Savaş’ın Suriye-Filistin Cephesi: Zeytindağı

Tam da Kut’ül Amare Savaşı’nın 100. Yılı kutlamalarını yaşadığımız şu günlerde Suriye ve Filistin cephesinde Cemal Paşa’nın emir subaylığını yapmış olan Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı adlı hatıralarına dayanan kitabını okumak oldukça anlamlı oldu.

Zeytindağı Falih Rıfkı Atay’ın Birinci Dünya Savaşı öncesinden başlayarak özellikle savaş sırasındaki tanıklıklarından oluşmuş bir anlatı kitabı. Kitabın ilk baskısının 1032’de yapıldığını ve Falih Rıfkı Atay’ın sıkı bir Kemalist olduğunu baştan hatırlatmak isterim. Savaş öncesinde Tanin Gazetesi’nde ve Talat Bey’in hususi kaleminde çalışmaktadır. Kitapta Talat Bey için “Meşrutiyetin birçok adamları gibi bir Şarklı, üstünde Tanzimat cilası bile olmayan bir Şarklı idi.” diyor ve onun devlet sosyalizmi yapmalıyız dediğinden kısaca bahsediyor. Atay’ın Cemal Bey’le tanışması ise Tanin’de cumartesi günleri yazdığı İstanbul Mektupları adlı yazılarından biri ile oluyor.

sfc

Atay, Enver-Talat-Cemal üçlüsü arasında bir mukayese de yapmaktadır. Enver Paşa’yı Müslüman ortaçağı devam ettirecek kişi olarak, Cemal Paşa’yı ise o günün gençliğinin aradığı hürriyetleri, kadın, tefekkür ve hayat hürriyetlerini sağlayabilecek kişi olarak etiketler. Talat Paşa’ya ise pek değer vermediğini ifade eder.

Savaş öncesi İstanbul’unda hakim olan üç düşünce Osmanlı’nın açmazını da işaretler: Rus düşmanlığı, Alman gücü ve İngiliz yenilmezliği.

Harbiye Mektebinde talimde iken her gün yedek subayların bir bir iltimasla ayrıldığına şahit olur. Türk gençliğinin bir disiplin kadrosu içinde anonim kalmaktan hoşlanmadığı fikrini de araya sıkıştırır. Hala üzerinde düşünmemiz gereken bir problemimiz kanımca bu. Atay kendisi de Harbiye Nezaretindeki tanıdıkları vasıtası ile tayin arayışındadır. Ve sonunda Suriye ve Filistin Cephesi’ne Cemal Paşa’nın emir subaylığına gönderilir.

Atay üstünde kalan Cemal Paşa’nın adamı damgasından rahatsızlığını ifade ederken İttihat ve Terakki şeflerinden birkaçına fikirleri nedeniyle yaklaştığını ancak adamları nedeniyle uzaklaştığını ve bu dönemde yalnızca İttihatçı sıfatının partinin anonim ve silik unsurlarını ifade ettiğini, Enver Paşa’nın, Talat Paşa’nın ya da Cemal Paşa’nın “adamı” olmanın popüler olduğunu aktarmaktadır.

Atay Halep’ten ötesinde Türklerin tek fonksiyonunun jandarmalık ve hatta bir kademe daha düşerek ücretsiz tarla ve sokak bekçiliği olduğunu ifade ederek Floransa ne kadar bizden değilse, Kudüs de o kadar bizim değildi sonucuna ulaşıyor ve Lübnan havası Dobruca havasından yüz kat daha yabancı idi diye ekliyor. Suriye, Filistin ve Hicaz’da “Türk müsünüz?” sorusunun cevabının çoğu defa “Estağfurullah” olduğunu aktarıyor. Atay’ın ifadesi ile Mısır’ı fethe çıkan Cemal Paşa, Kudüs’te, Şam’da, Lübnan’da, Beyrut’ta ve Halep’te oturduğu zaman, bir işgal ordusunun kumandanı gibi bir şeydi. Ve bu noktada en anahtar analizini yapıyor Atay: Genel imparatorluk sanatı olan sömürge ve milliyet işlemek ilkesinin aksine Osmanlı koca gövdesini yan yatırmış, memelerini sömürge ve milliyetlerin ağzına teslim etmiş, artık sütü kanı ile karışık emilen bir sağmal idi.

Atay’ın kitapta bolca Araplarla ilgili gözlemlerini aktarıyor. Menfaatperestlik, para ve altın düşkünlüğü, Türk düşmanlığı net gözlemler. Ama belki de Ortadoğu için yirminci yüzyılın habercisi olan gözlem Arapların kendi iç problemlerinin; Suriye’de Müslümanlık-Hristiyanlık, Filistin’de Araplık-Yahudilik, Hicaz’da Şeriflik-Vehhabilik meselelerinin Türk-Arap meselesinden daha azılı olduğunu belirtiyor.

Savaş sonrası Cemal Paşa’nın “Bu harbe niçin girdik?” sorusuna önce uzunca ohlayarak “Aylık vermek için!” diye cevap verdiğini, “Hazine tamtakırdı. Para bulabilmek için ya bir tarafa boyun eğmeli, ya öbür tarafla birleşmeli idik.” diye eklediğini okuyoruz kitaptan. Atay Osmanlı için bu noktada “kırtasiye ve maaş imparatorluğu” göndermesi yapıyor.

Son olarak Kut’ül Amare Savaşı’ndan bahsedilen şu günlerde Suriye-Filistin Cephesi’nde bin bir yokluk içinde her türlü teçhizatla donanmış İngilizlere karşı verilen mücadelenin de hatırlanması gerektiğini ifade etmek istiyorum.

Arka Kapak:

Zeytindağı, insanın kanını donduran tarihi bir süreci, “bir imparatorluğun çöküşünü” o zamana göre en duru Türkçeyle karşımıza getiriyor. Kitapta Mehmetçiğin Yemen’de, Aden’de, Kanal’da, Gazze’de, Arap Çölleri’nde nasıl kırıldığını yenilgiden sonra bir vagon dolusu “mecidiye altınını, bile nasıl bıraktığımızı hayretler içersinde okuyacaksınız.
Cemal paşa’nın emir subayı olarak, o günlerde en yakınında olan Falih Rıfkı, Zeytindağı kitabıyla tarihimize bir ibret belgesi bırakırken, her biri bir destan olabilecek, askerlerin günlükleri ve adeta kumar masasında kaybedilen Ahmetlerin, Mehmetlerin hikayeleri tüylerinizi ürpertecek.

Bu kitabı okumak adeta bir borçtur ve bir vazifedir.
Behçet Kemal Çağlar

“…Falih Rıfkı’nın son eseri Zeytindağı, Cumhuriyet devri edebiyatının en büyük hadiselerinden birini teşkil etti. Falih Rıfkı’nın bize hatırlattığı devir, Türk milletinin geçirdiği ve geçirebileceği felaket devirlerinin en facialısı, en dehşetlisi ve ruha en çok bezginlik verenidir. Eğer, muharririn keskin ve yüksek zekası bu devir üstüne berrak bir aydınlık gibi aksetmemiş olsaydı, biz ona doğru başımızı çevirip tekrar bakmak arzu ve cesaretini kendimizde bulamıyacaktık.”
Yakup Kadri Karaosmanoğlu

“…Zeytindağı’nı seve seve okudum. Zaten başladıktan sonra bırakmak kabil değil. Bence bu yeni kitabında Falih Rıfkı’nın üslubu, öbür kitaplarından daha göz kamaştırıcıdır ve zannedersem en güzel haline vasıl olmuştur. Zeytindağı, bugünkü Türkçe ile ne kadar kuvvetli anlatım yapılabileceğine sağlam bir delildir.”
Nurullah Ataç

zd

Künye:

  • Yayınevi: Pozitif Yayınları
  • Baskı: 2011
  • Sayfa Sayısı: 165
  • Etiket Fiyatı: 12,5 TL

Yorum bırakın