İyi Futbol Dilenmek: Gölgede ve Güneşte Futbol

“Çökmekte olan medeniyetlerin en bariz özelliği standartlaşmaya ve tekbiçimliliğe olan eğilimdir.” Arnold Toynbee

“Tüm Uruguaylılar gibi ben de futbolcu olmak istedim.” itirafı ile başlıyor Galeano bu deneme kitabına ve kendisini bir “iyi futbol dilencisi” olarak tanımlıyor. Futbolun tüm tarafları üzerine kısa denemelerden oluşan kitabı EURO 2016 son 16 maçları sırasında okudum. Güney Amerikalı bir gazeteci olarak Eduardo Galeano futbolun öyküsünü, Güney Amerika futboluna biraz daha ağırlık vererek anlatıyor. Güney Amerika’da futbolun hayatın her anına işlemiş bir tutku olduğunu gösteren bir kitap Gölgede ve Güneşte Futbol. Aynı günlerde oynanan Avrupa ve Amerika Şampiyonaları arasındaki fark da iki ekolün farkını açıkça gösteriyor: Profesyonel futbol ile bir tutku olarak futbolun farkı. Bol gollü Amerika maçlarına karşın, önceliği kaybetmemeye veren Avrupa futbolu. Galeano’nun ifadeleri ile “Profesyonel futbol gün geçtikçe daha zevksiz bir spor dalı durumuna gelmektedir. Maçı kaybetme endişesinin verdiği stres, futbolu giderek daha fazla hıza ve kuvvete dayanan bir ortama doğru sürüklemektedir.”

Ateisti olmayan tek din olarak tarif ettiği futbolun öyküsü hüzünlü bir öyküdür. Bir oyun olarak “oyuncu”su az bir sanayiye bir gösteriye dönüştükçe futbol, güzelliğinden de bir şeyler kaybetti. “Artık oynanması için değil, oynanmasının engellenmesi için düzenleniyor.” görüşü çok manidar. Yunanistan Milli Takımı’nın geçtiğimiz yıllardaki başarıları geldi aklıma. Galeano bereket çok ender de olsa yasaklanmış özgürlük serüvenine atılan, rakip takımı, hakemi ve tribündekileri şahlandıran bir yüzsüz çıkıyor diye ekliyor. Bereket ki. Galeano, yarım yüzyıl önce çok az maç 0-0 biterdi diyor, şimdilerde on bir futbolcu da kaleyi koruma derdinde ve doğal olarak gol atmaya fırsat kalmıyor. EURO 2016 ilk tur maçları bu durumun çok güzel bir örneğiydi sanırım.

Futbolun bir endüstriye dönüşümünün hikayesini en güzel “teknik direktör” bölümü anlatıyor. Eskiden “oynayalım” diyen antrenörler vardı, şimdi ise görevleri doğaçlamayı ortadan kaldırmak ve özgürlükleri sınırlamak olan, disiplinli birer atlet olarak futbolcuların verimini artırmak olan teknik direktörler var. Futbolun cesaretten korkuya doğru hikayesi, 2-3-5, 4-3-3, 4-4-2 ve nihayet 5-4-1’e giden hikayedir. Tüketim toplumunun tüm ürünleri gibi teknik direktörler de kullanılıp atılırlar.

İngiltere’de aristokratlar için futbol gençlerin taşkınlıklarını dizginleyip disiplin öğrendikleri zekalarını keskinleştirdikleri bir araçtı. Emekçilerin ise uzun çalışma saatleri nedeniyle böyle bir ihtiyaçları yoktu. Zamanla endüstriyel kapitalizmin anayurdu, futbolun fakirleri oyalayarak zihinleri grev ve diğer kötü fikirlerden uzak tuttuğunu keşfetti. Futbol bugünkü şekline 1863 yılında Londra’da 12 takımlı bir centilmenlik anlaşması ile ulaştı. Cambridge Üniversitesi’nin belirdiği kurallar kabul edildi. Oyuncu sayısı, saha boyutu, kale ve süre hakkında bir kural yoktu ama o tarihte bile rakibin arkasında gol atmak yasaktı; ofsayt vardı. Kalecinin ortaya çıkış tarihi 1871, hakemin ise 1872. Kalenin önü mezbahaya dönmüştü ve Westminster Gazetesi ölen futbolcuların listesini yayınladı. Ve böylece penaltı ortaya çıktı. 1882’de taç elle atılmaya başlandı. 1890’da ise kalelere ağ gerildi. 1904 yılında FIFA ortaya çıktı, ama kurallarda o tarihten bu yana çok az değişiklik oldu. İngiliz İmparatorluğu’nun ihracat ürünlerinden biri olarak dokumalar, demiryolları, krediler, serbest ticaret doktrini gibi futbol da bir İngiliz ürünü olarak dünyaya yayıldı. Latin Amerika’da İngiliz etkisi ile futbol yayılırken, aynı yıllarda Karayipler için ABD-Beyzbol ikilisi de aynı etkiyi yapıyordu. Zamanla futbol da tango gibi varoşlarda gelişmiş, top ile dans edilen yeni bir tarzda oynanmaya başlanmıştır.

Birçok insanın ona inanmasıyla ve entelektüellerin ona kuşkuyla bakmasıyla futbol Tanrı’ya benzer. Rudyard Kipling’ten Borges’e uzun yıllar çok sayıda entelektüel futbolu kötüledi, solcular onun devrimci güçleri hipnotize eden bir karşıdevrim aracı olduğunu iddia ettiler. Borges futboldan o kadar nefret ederdi ki 1978 Dünya Kupası finalinde Arjantin Milli Takımı’nın maçı olmasına rağmen aynı saate ölümsüzlük konferansını koydu. Ama onu öven solcu aydınlar da vardı. Gramsci şöyle diyordu: “Açık havada ortaya konan insan sadakatinin krallığıdır futbol.”

Brezilya’da futbol zencilerle melezlerin beyazlarla eşit şartlarda temsil edildiği bir mekan oluşturuyordu. Tabi uzun süre devam eden ambargoların aşılması ile.

Güney Amerika’da diktatörler hemen her zaman otoritelerinin halk nezdinde kabul görmesini sağlamak ve halk ile kendilerini özdeşleştirmek için futbolu kullanmışlardır. Brezilya’da Medici, Arjantin’de Videla, Şili’de Pinochet, Bolivya’da Garcia Meza… Sanırım Borges’i futbola karşı seviyeli durmaya iten faktör de buydu.

Galeano “Televizyonun Hakimiyeti” başlıklı bölümde 1986 Dünya Kupası’nın oynandığı Meksika’da maçların Avrupa’da daha yakından takip edilebilmesi için öğlen saatlerinde oynandığını futbolcuların itirazına rağmen Havelange’ın otoritesi ile gündüz oynanmaya devam edildiğini anlatıyor. Meksika’daki turnuvayı organize eden Televisa şirketinin şaibeli işlerinden bir kulüp başkanının bu şirketten takımlara daha çok para istemesi sonrası başına gelenlerden bahsediyor. Bu bölümdeki şu ifadeleri özellikle dikkat çekici: “Dünyanın her yerinde, bir maçın nerede, ne zaman ve nasıl oynanacağına doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak karar veren daima televizyondur. Futbol bedeniyle, ruhuyla, kısacası her şeyiyle bu küçük ekrana satılmıştır. Futbolcular artık birer televizyon yıldızlarıdır.”

Galeano’ya göre profesyonel futbol her şeye rağmen hala futboldaki mutluluk iksirini söndürememiştir. Tüm planlamalara, tüm profesyonelliğe rağmen futbol daima sürprizlere açıktır, öngörülmeyeni bünyesinde bulunduran bir sanat dalıdır. Bu satırları yazdığım akşam İzlanda İspanya’yı elemişti. Galeano’nun kitabın sonundaki şu satırlarını aynen aktarmak istiyorum:

“Top oynuyorum, o halde varım: Bir futbolcunun oyun stili yaşam tarzının ta kendisidir; bir toplumun görüntüsünü yansıtır, dış hatlarını belirler, onu öbürlerinden ayırt eder. O kadar ki, bana nasıl top oynadığını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. Futbol yıllardan beri farklı şekilde oynanmaktadır, bu farklılık her milletin değişik yapıda olmasından ileri gelmektedir ve kanaatimce bu farklılığın korunması son derecede önemlidir. Çağımızda tek kalıba sokulma zorunluluğu her alanda olduğu gibi futbolda da görülmektedir. Dünyamız hiçbir zaman böylesine imkânların adaletsizce dağıtıldığı, yapılması gerekenin tek kalıba yerleştirildiği, böylesine katı kuralların uygulandığı bir dönem yaşamamıştı: Yirminci asrın sonlarına yaklaştığımız bir sırada dünyamızda insanlar açlıktan ölmüyorlarsa da zevksiz futbol yüzünden sıkıntıdan patlıyorlar.”

Futbol: Savaşın yüceltilmiş bir şekli

Kaleci: Günah keçisi

Yıldız: Yıldızlıkları pek kısa sürer

Fanatik: Gerçekleri görmezden gelme hastalığı ile sağduyusunu kaybetmiştir. Aslında fanatik bir taraftar kendi takımının zaferinden çok rakibinin yenilgisinden zevk alır.

Gol: Futbolun orgazmı

Hakem: Hiçbir muhalefete izin vermeyen bir diktatör ama aynı zamanda 90 dakika gözünü ayırmadığı topla oynamak isteyebileceği de açık ama ona dokunamayan bir zavallı. Tüm yanlışların bahanesi, tüm felaketlerin nedeni.

Stat: Boş bir stattan daha hüzünlü, kimsesiz tribünlerden daha dilsiz bir şey yoktur. Stadyum başlıklı bölümde büyük statların tarihsel tanıklıklarını ve bunların o statlara verdiği ruhu anlatıyor. Kral Fahd Stadyumunun mermer, altın ve halı kaplı tribünleri olsa da ne anlatacak bir anısı, ne de söyleyecek önemli bir sözü var diye bitiriyor.

Top: Çin, Mısır, Roma, Avrupa, Amerika, Latin Amerika topun öyküsü. 1938 Dünya Kupası’nda ilk kez şişirme yeri kafayı acıtmayan top kullanıldı. Futbol farklı coğrafyalarda insanlık tarihinin ortak bir ürünü olarak gelişmiş bir oyundur.

Fla-Flu: Brezilya futbol tarihinin ilk klasiği, Fluminense- Flamingo maçı 3-2 (1912). Sonrasında bu derbi hep bu adla adlandırılmıştır.

Uruguay: Milli takımında zenci futbolcu oynatan ilk ülke. İlk Güney Amerika şampiyonasında Şili’yi 4-0 (1916) yeniyorlar ve takımda iki zenci var. Isabelino Gradin ve Juan Delgado. Gradin iki yol atıyor. Şili zenci oyuncu oynattılar diye iptal istiyor. İki oyuncu köle kökenli Uruguaylılar.

Normal olarak biz Uruguaylılar der Galeano, doğduğumuz andan başlayarak ya Nacionalli ya da Peñarollü oluruz.

Uruguay’da futbol, iç pazarı küçümseyen bir ihracat sanayi gibidir. Bunun sonucu olarak iç Pazar çökmüştür: futbolda kalite düşmüş, seyirci sayısı azalmıştır. Bunun sonucu olarak da Milli Takım gerçek bir ekip ruhunu taşıyamamaktadır.

Zamora: yirmi yıl boyunca dünyanın en iyi kalecisi oldu. Günde üç paket sigara ve birkaç da puro içiyordu. 1958’ten bu yana Marca Gazetesi onun adına Ricardo Zamora Ödülü vermektedir.

Artur Friedenreich: Brezilya futbol tarzını yaratan kişi. Tüm zamanların en çok gol atan oyuncusu.

José Leandro Andrade: Avrupalıların gördüğü ilk zenci futbolcu. Uruguay Milli Takımı ile 1924 Olimpiyatlarında.

Rövaşata: Ramon Unzaga’nın Şili’de icat ettiği hareket.

Jose Nasazzi: Ururguay futbolunun ilk kralı.

Albert Camus: 1930’da Cezayir Milli Takımı’nın kalesini koruyordu. Neden kalecilik derseniz Camus fakirdi ve kalede ayakkabı daha az eskiyordu. Kalecilik yılları için Camus der ki: “Şunu öğrendim ki, top birine hiçbir zaman beklediği yönden gelmiyor. Bu bana hayatta çok yardımcı oldu, özellikle de büyük şehirlerde insanlar göründükleri gibi olmuyorlar.”

İtalya: İtalya, Mussolini’li yıllarında bile futbolun kıblesiydi.

Milan Nei Nostri Cuori: Berlusconi, futbolcuları kötü yönde etkilediği, ayaklarını kilitlediği gerekçesiyle, seyircilerin Milan’ın geleneksel marşını söylemelerini yasakladı ve 1987’de yeni bir marş bestelenmesini emretti, yeni marşa Milan Nei Nostri Cuori adı verildi.

Ya galibiyet, ya ölüm: 1934’te Macaristan ile final oynayan İtalya takımına Mussolini’nin bir gün önce gönderdiği telgraf metni. Neyse ki İtalyanlar kazandı ve futbolcular askeri elbiselerle Duce’yi ziyaret ettiler.

1950: İngilizlerin katıldığı ilk dünya kupası. O güne kadar İngilizler bu tip mücadeleleri katılmaya değer bulmazlardı. Ve bu turnuvada ABD’ye yenildiler golü de Haitili bir zenci attı. Turnuvada daha büyük hayal kırıklıkları da oldu. Finali Brezilya ile Uruguay o gün açılışı yapılan dünyanın en büyük stadı Maracana’da oynadılar. Brezilyalılar bir maçın oynamadan kazanılmayacağını unutmuşlardı. O gün Brezilya tarihinin en büyük trajedisi yaşandı.

1954: Almanya ikinci dünya savaşından sonra ilk kez katıldığı Dünya Kupası’nda finalde Macaristan karşısında 2-0 geriye düşmüşken 3-2 kazanarak ulusal diriliş yolunda önemli bir adım atıyordu. Bizim de Dünya Kupası’na ilk katılışımız 16 ülke katılıyor; 11 Avrupa ülkesi, 3 Amerika ülkesi ile Türkiye ve Güney Kore. Kore Savaşı nelere kadirmiş.

1958: TV’den canlı yayınlanan ilk Dünya Kupası ama sadece İsveçliler bu şansa sahip olmuştu. Bu kupa aynı zamanda oynandığı yerden başka kıtadan bir ülkenin kazandığı ilk kupa idi. Brezilya oyuncuların kadro  isyanı ve kulübeden gelen Pele, Garrincha’nın da olduğu beş yedeğin kadroya girmesi ile kupaya uzandı.

1990: Almanya-Arjantin finali vardı. Ancak kazanan Adidas’tı. İki takım, hakem ve top her şey Adidas’tı.

1993: Parmalat firmasının altın yılı. Parma Avrupa Kupasını, sponsoru olduğu üç takım da Arjantin, Brezilya ve Uruguay şampiyonu oldular.

Garrincha: Birçok kardeşten biriydi, çirkin ve işe yaramaz bir kuş anlamına gelen Garrincha adını aldı. Cılızdı, çocuk felci geçirmişti, salaktı, topaldı, bir çocuk zekasına sahipti, omurgası S şeklindeydi, iki bacağı aynı tarafa doğru eğikti. Ama onun gibi sağaçık dünyaya bir daha gelmedi. 1962’de Dünya Kupası’nın en iyi futbolcusu seçildi. Hayata kendine yakışır şekilde veda etti: fakir, yalnız ve sarhoş.

Amadeo Carrizo: Hücum için kaleyi terk eden ilk kaleci.

Di Stefano: Futbol tarihinin en iyi oyuncularından “altın ok” lakaplı hiçbir dünya kupasında oynayamayan futbolcu.

Futbol Savaşı: Honduras ile El Salvador arasında 1970 Dünya Kupası ile başlayan sürtüşmeler nihayetinde iki ülkenin diktatörlerinin halkları birbirlerine karşı getirmeleri ile dört bin kişinin öldüğü bir silahlı çatışmaya dönüşmüştü. Bu savaşın adı tarihe “Futbol Savaşı” olarak geçmiştir.

1970: Futbol tarihinin ilk sarı kartı Dünya Kupası’nın açılış maçın da gösterildi. İkişer oyuncu değiştirme hakkı da bu turnuva ile gelen diğer bir yenilikti.

Brezilya: Brezilya’da okulsuz, kilisesiz köyler bulunabilir, ama futbol sahası olmayan bir köye rastlamak asla mümkün değildir.

Havelange: Futbolu çokuluslu bir global şirkete dönüştüren isim. Makamını 1998 yılında Joseph Blatter’e bıraktı.

1978: Dünya Kupası General Vidale’nin ülkesi Arjantin’de yapılıyor. Vidale, Havelange’e nişan takıyor ve FIFA Başkanı “Sonunda dünya Arjantin’in gerçek görüntüsünü görme fırsatı bulacaktır.” diyor. Kissenger “Bu ülkenin geleceği parlak” derken, başlama vuruşunu yapan Berti Vogts da “”Arjantin, hukukun, düzenin hâkim olduğu bir ülke; ben siyasi mahkûm falan görmedim.” diyor.

1964: Bir futbol stadında en fazla sayıda kurbanın verildiği yıl. Peru’nun Arjantin’e karşı bir golünün hakem tarafından iptal edilmesi üzerine çıkan olaylarda polisin gaz sıkması ve izdiham ile üç yüzden fazla insan öldü.

1994: Beraberlik sayısını azaltmak amacıyla galibiyetlere iki yerine üç puan verildi.

Schumacher: Fenerbahçe’de de oynayan kaleci yayınladığı kitabında “Burada kadın yerine bol bol doping ilaçları bulacaksınız.” diyerek bu spordaki ilaç konusuna dikkat çekmiştir. Kendisinin de birkaç kez doping yaptığını itiraf etmesi ile ülkesinde aforoz edilmiş ve çareyi Türkiye’de bulmuştur.

Sağlam bacak oyunu: Uruguaylı gazetecilerin rakibin en iyi oyuncularının maçın ilk dakikalarında hakemin gözlerinden uzakta tekmelenerek sakatlanmasına ya da yıldırılmasına verdikleri ad. Eskiden tekme değil yumruk atılırmış. Galeano “Her şey mübah” bölümünde oyunun çirkefliklerinden bahsediyor ve futboldaki her şey mübah algısının askeri cuntalarla özdeşleşmiş futbol kültürünü bir sonucu olarak gösteriyor.

1989: Juniors ile Racing arasındaki maç penaltılara kalmış ve kazanan 44’üncü penaltılardan sonra belli olmuştu ve statta hiç seyirci kalmamıştı.

1990: Sıkıcı bir futbolla en az gol atılan Dünya Kupası olarak tarihe geçti.

1992: Bizim nesilin bildiği bir hikayedir. Tatilden gelen Danimarka takımı Alman panzerlerini ezerek Avrupa Şampiyonu oluyor. İç savaş nedeniyle turnuvaya katılamayan Yugoslavya’nın yerine Danimarka’yı izliyor seyirciler.

Vicente Calderon: Borges’in futboldan nefret etmesine bir neden daha: “Futbolun en iyi tarafı halkı kötü düşüncelerden uzak tutmasıdır.” Atletico Madrid Başkanı.

1994: Bizim nesilin de hatırlayacağı üzere vasat bir futbol vardı. Kupadan hatırda kalanlar: Nijerya ve Bulgaristan sürprizleri, kupanın ABD’de düzenlenmesi, hakemlerin ilk kez renkli formalar giymesi, Kolombiyalı Escobar’ın kendi kalesine attığı gol sonrası ülkesinde infazı, Maradona’nın hazin finali ve tabi ki Baggio’nun o ünlü penaltısı.

İngiltere: Galeano Tanrı’nın tek olmakla birlikte üç ayrı unsurdan oluşmasını hala anlayamadığı gibi İngiltere’nin tek ülke olmasına rağmen turnuvalara neden İskoçya, Kuzey İrlanda ve Galler ile ayrı ayrı katıldığını da anlayamadığını söylüyor.

1998: Dünya kupasına katılacak takım sayısı 32’ye yükseltilmiştir. Sayı 1982’de 16’dan 24’e yükselmişti. Kupanın yıldızı Nijerya idi.

1994: Forbes dergisinin dünyanın en çok kazanan 40 sporcusu anketinde sadece bir futbolcu vardı, o da listede sonlarda olan Baggio idi.

Brezilya: 58, 62, 70 ve 94 Dünya Kupalarını alan Brezilya’da son kupada oynanan oyun önceki üç kupanın şiirselliğinden uzaktı. Brezilya, ruhunu modern futbola satmıştı. Eskiden takımın tüm oyuncuları Brezilya’da oynarken, 94’te sekiz futbolcu Avrupa’dan gelmişti.

Ronaldo: Yeni neslin Ronaldo’su başka tabi ama 1990’ların sonunda Ronaldo 9 numaralı forması ile Brezilya’nın yıldızı idi. 1998 finaline hasta halinde Nike’nin baskısı ile çıkmıştı. Sonuç hüsrandı Fransa 3-0 yendi. O maçı benim neslim çok iyi hatırlar. Brezilya ruh gibiydi.

Robbie Fowler: Liman işçilerinin grevini destekleyen bir cümleyi formasına yazarak maça çıktığı için FIFA tarafından cezalandırılan futbolcu.

2002: Açılış maçında Fransa bir Dünya Kupası’na ilk kez katılan eski sömürgesi Senegal mağlup edildi. Son şampiyon Fransa turnuvada tek gol dahi atamadı. Galeano, Arjantin, İtalya, İspanya, Fransa gibi takımların elenmesini yıldız futbolcuların üzerindeki baskıya ve kulüplerinden gelen yorgunluklarına bağlıyor: “Kazanmanın zorunluluğu” ve “kaybetmenin dehşeti” baskısı. Sürprizlerden birisi de Türkiye idi. Geri kalan maçların hepsi insanın uykusunu getirecek türdendi, ta ki Brezilya son maçlarda kimliğini hatırlayana kadar. Turnuvanın en iyi oyuncusu ilk kez bir kaleci seçildi: Oliver Kahn. Bu kupadan bir tarihi kayıt da Hakan Şükür’ün turnuva tarihinin en erken golünü atmasıydı: 11. saniyede.

2006: Irkçılığın gölgesinde başlayan Dünya Kupası’ndan akıllarda Zidane’ın İtalyan oyuncuya attığı kafa kaldı. Zidane çıktı ve finali İtalya penaltılarla kazandı. Ronaldo kupa tarihinin en çok gol atan oyuncusu, Brezilya ise 201 golle en çok gol atan takımı oldu. Ancak turnuvada Brezilya çok kötü idi ve turnuva sonrası Ronaldinho’nun 7 metrelik heykeli paramparça edildi. Fantastik hareketlerin, heyecanın olmadığı Avrupa Şampiyonası tadında bir Dünya Kupası izledik. Savunma futbolunun turnuvası idi. Zoolog Fontanarrosa’nın dediği gibi, Pandalar ve forvet oyuncuları soyları tükenmekte olan türler!

2010: Afrika topraklarında yapılan ilk Dünya Kupası. Afrika futbolu da Avrupalı teknik direktörler ve Avrupada oynayan oyuncuları ile Güney Amerika futbolunun akıbetine doğru ilerliyor. Daha az dans daha az çılgınlık. Bu turnuvada Forlan en iyi oyuncu seçildi, Uruguay da dördüncü olarak Avrupa dışından dörde girebilen tek takım oldu. İspanya ilk kez kupayı aldı, önceki finalistler İtalya-Fransa ile İngiltere, Arjantin ve Brezilya ise berbattılar.

Tanıtım Bülteninden:

‘Şampiyonanın bir başka sürprizi de Türkiye’ydi. Hiç kimse bu ülkenin önemli bir başarı elde edeceğine inanmıyordu. Türkiye, dünya kupalarından elli yıldır uzaktı. Brezilya’ya karşı oynadığı ilk maçta hakemin kararıyla göz göre göre haksızlığa uğradı; ama yoluna devam etti ve sonunda üçüncü oldu. Enerjik ve kaliteli futboluyla kendisini küçük gören uzmanların ağzını açık bıraktı.`

Gerçek bir futbol tutkunu olan Uruguaylı ünlü yazar Eduardo Galeano, Dünya Kupalarına ilişkin gözlemlerini anlattığı Gölgede ve Güneşte Futbol’a 1998, 2002 ve 2006 kupalarını da ekledi. Yeni bölümleriyle birlikte yayınladığımız Gölgede ve Güneşte Futbol, futbol coşkusuna yaşama sevincini de katan bir kitap. Kucaklaşmanın Kitabı’nın, Ateş Anıları’nın yazarı, kendisini bir ‘iyi futbol dilencisi’ olarak niteliyor ve futbolun destansı kahramanlarına, ağları sarsan gollere ticaret ve siyaset açısından değil, kültürel açıdan yaklaşıyor. Galeano, futbolun şiirini yazıyor.

Künye:

  • Yazar: Eduardo Galeano
  • Yayınevi: Can Yayınları
  • Çevirmenler: Mehmet Necati Kutlu, Ertuğrul Önalp
  • Orjinal Adı: El Futbol a sol y sombra
  • Baskı Sayısı: 7. Baskı 2015
  • Sayfa Sayısı: 342
  • Liste Fiyatı: 26 TL