Neil Gaiman’ın Dilinden Londra

Alıntı: Neil Gaiman, Yokyer, İthaki, 4. Baskı Ekim 2016, sayfa 16-18 ve 171.

Londra’daki üç yılı Richard’ı değiştirmemiş, ama şehre bakış açısını değiştirmişti. Richard gördüğü resimlerden dolayı ilk başta Londra’yı gri, hatta siyah bir şehir olarak tasavvur etmiş, ama renklerle dolu olduğunu görünce şaşırmıştı. Burası kırmızı tuğlalar, beyaz taşlar, kırmızı otobüsler, büyük, siyah taksiler, parlak kırmızı posta kutuları, yeşil çimlerle kaplı parklar ve mezarlıklarla dolu bir şehirdi.

Çok eski olan ile biçimsizce yeni olan şeylerin birbirini, rahatsız edici şekilde olmasa da, saygısızca dürtüklediği bir şehirdi. Dükkanlar, işyerleri, lokantalar, evler, parklar, kiliseler, görmezden gelinen anıtlar ve dikkat çekici ölçüde görkemsiz saraylarla dolu bir şehirdi. Tuhaf isimleri -Crouch End, Chalk Farm, Earl’s Court, Marble Arch -ve garip şekilde farklı kimlikleri olan yüzlerce ilçesi vardı. Turistlerle beslenen, onları hor görse de onlara ihtiyaç duyan gürültülü, pis, neşeli, sıkıntılı bir şehirdi. Beş yüz yıldır aralıklarla gerçekleştirilen yol genişletme çalışmalarının ve, atlı ya da, daha yakın dönemde, motorlu araç trafiğinin ihtiyaçları ile yayaların ihtiyaçlarını uzlaştırmak için verilen beceriksiz ödünlerin ardından, şehir içi ulaşımın ortalama hızı son üç yüz yıldır artmamıştı. Bu şehirde her renk, her tarz ve her türden insan yaşıyordu. Richard buraya ilk geldiğinde Londra’yı kocaman, tuhaf ve özünde anlaşılamaz bulmuştu. Bu şehri düzenliymis gibi gösteren tek şey, metro hatları ile duraklarının zarif ve rengarenk bir topografik sunumu olan Tünel haritasıydı. Richard Tünel haritasının hayatı kolaylaştıran marifetli bir kurmaca olduğunu ve yukarıdaki şehrin şeklinin gerçekliğine hiç benzemediğini yavaş yavaş fark etmisti. Bir seferinde gururla, bunun tıpkı bir siyasi parti üyesi olmak gibi olduğunu düsünmüştü. Fakat bir partideyken, şaşkınlık içindeki bir grup yabancıya, Tünel haritasi ile siyaset arasındaki benzerliği açıklamaya çalıştıktan sonra, gelecekte siyasi yorumlari başkalarına bırakmaya karar vermişti.

Bir geçisme ve -beyaz gürültüye benzeyen ama daha kullanışlı olan- beyaz bilgi süreciyle, şehri ağır ağır kavramaya devam etmişti. Bu süreç, Richard’ın asıl Londra Şehri’nin doğuda Aldgate’ten baslayıp batıda Fleet Sokağı ve Old Bailey adliyelerine kadar uzanan iki buçuk kilometrekarelik alandan daha büyük olmadığını ve her şeyin orada başladığını fark etmesiyle birlikte hızlanmıştı. Ufak bir belediye olan Old Bailey Londra’nın mali kuruluşlarına ev sahipliği yapıyordu. İki bin yıl önce Londra, Thames’in kuzey kıyısındaki küçük bir Kelt köyüydü; Romalılar burayı bulmuş ve yerleşmişti. Londra yavaş yavaş büyümüştü, ta ki yaklaşık bin yıl sonra, hemen batısındaki Westminster Kraliyet Şehri’yle karşılaşana dek. Ve Londra Köprüsü inşa edilince nehrin tam karşısındaki Southwark’a temas etmişti. Böylece Londra büyümeyi sürdürürken tarlalar, korular ve bataklık araziler büyüyen şehirle birlikte yavaş yavaş ortadan kalkmıştı. Ayrıca, genişlemeyi sürdürürken başka küçük köylerle de karşılasmıştı: doğuda Whitechapel ve Deptford, batıda Hammersmith ve Shepherd’s Bush, kuzeyde Camden ve Islington, güneyde, Thames’in karşı kıyısında Battersea ve Lambeth. Tıpkı bir civa birikintisinin daha ufak civa damlalarıyla karşılaşıp onları bünyesinde toplaması gibi, hepsini içine çekmisti ve köylerden geriye yalnızca adları kalmıştı.

Londra zıtlıklarla dolu devasa bir şeye dönüşmüştü, iyi bir yer ve hoş bir şehirdi, ama her iyi yer için ödenmesi gereken bir bedel ve her iyi yerin ödemesi gereken bir bedel vardır.

Bir süre sonra Richard Londra’yı olduğu gibi kabul ettiğini fark etti; zamanla, Londra’nın turistik mekânlarını gezmediği için (Londra Kulesi hariç; bir hafta sonu teyzesi Maude şehre gelmiş ve Richard gönülsüzce ona eşlik etmişti) kendiyle gurur duymaya başladı.

….

İhtiyar Bailey insanların Şehir’de yalnızca çalışmayıp, gerçekten yaşadığı zamanları hatırladı; insanların yaşadıkları, arzulu oldukları, kahkaha attıkları, birbirine bitişik viran evler yaptıkları, her evin gürültücü insanlarla dolu olduğu zamanları… Ah, yolun karşısındaki -o zamanlar, halk arasında, Boklu Sokak diye bilinen- sokağın gürültüsü, karmaşası, pis kokuları ve şarkıları o dönem efsaneviydi, ama şimdi hiç kimse Şehir’de yaşamıyordu. Burası gün boyu çalısan ve akşamları başka yerlerdeki evlerine dönen insanların ve ofislerin olduğu soğuk, mutsuz bir yerdi. Yaşanacak bir yer değildi artık. İhtiyar Bailey pis kokuları bile özlüyordu.

yokyer