Bastiani Kalesi’ne Sığınmak: Tatar Çölü

Hakkında çok şey söylenmiş bir başyapıt Tatar Çölü. En çok söylenen de kır zincirlerini, hayatını yaşa, tıkılıp kalma şu Bastiani Kalesi’ne, bak şehir hayat seni bekliyor, Drogolaşma! Açıkçası ben bu açıdan okumadım Tatar Çölü’nü. Tam tersine Drogo ömrünü bir ideal uğruna yaşamaktadır, gündelik olarak baktığınızda saçma gelen, anlamsız bir hayal, bir belki ancak. Buna karşın nihayetinde gerçekleşen bir hayal, çölden gelen atlılar, Tatarlar. Ama o gün geldiğinde Drogo sahada değildir, hastadır yaşı ilerlemiştir ve aynı kaderi paylaşan Simeoni o büyük günde Drogo’ya pay bırakmamak için onu kaleden yolcu etmiştir. Beklemiştir Drogo, ancak o günü görememiştir, o anda orada olamamıştır. En kötüsü de Drogo orda kalede beklerken, gitmeyi tercih edenler, o büyük gün geldiğinde pay almak için geri gelmektedirler.

Drogo denemiştir aslında Bastiani’den ayrılmayı, şehre gitmiştir. Ancak artık orada –şehirde- bir yabancı olduğunu farketmiştir. Eğer Bastiani Kalesi’ne atanmışsan, bir subaysan senin için dönüş yoktur. Kır zincirlerini hayata tutun demek kolaycılıktır. Zira kale dışında yaşayamayacak bir bilinç düzeyindedir insan. Bir gün Tatarlar gelecektir, ve Drogo o kutlu günde orada olmak zorundadır yoksa hayatın anlamı yoktur, arkamızdaki kapılar kapanmıştır ve geri dönecek zaman kalmamıştır. Erler için bu durum geçerli değildir örneğin. Kaleye gelen erler rahatlıkla dönebilmektedir. Subaylardan da istisnalar çıkmaktadır tabi. Ama çoğunluk ömrünü buraya adamıştır. Ancak o güne yetişmek her ölümlüye kısmet olmamıştır. O gün geldiğinde nefes alabilen ve o anda orada olmaya hayatını adamış Drogo’ya bile. Drogo kaybetmiş midir?

Bekleyişin, umudun, vazgeçmenin, hırsın, yabancılaşmanın, bürokrasinin, mankurtlaşmanın ve hayatın romanı. Bazıları kaleden ayrılır, hayatını yaşar; bazıları ise sonuna kadar bekler, bir ömür boyu.

Anlamsız bir hayat mı yaşıyorsun, aynı işte uzun yıllarını mı geçirdin, katlanamıyor musun, değiştir, terket mapus olduğun Bastiani Kalesi’ni. Tatar Çölü’nü bu tarz okuyanlara ancak tersinden katılıyorum. Hayatınızdaki anlamsızlıkların farkına varmanıza neden olmuşsa bu kitap, terkedin onları, kendinize sığınacak bir Bastiani Kalesi bulun. Anlamlandır hayatını. Bekle Godot’yu.

Kafkaesk örüntüler ve karakterler içeren bir eser (Buzzati muhtemelen Kafka okumadan Kafkaesk bir ürün ortaya çıkarmıştı). Kalenin adını biliyoruz Bastiani, ama hangi ülke (İtalya diyemeyiz çünkü karakter isimleri yalnızca İtalyan değil), hangi zaman (Top kullanılıyor, atla yolculuk yapılıyor). Kafka’nın dünyası gibi evrensel. Şato hoşunuza gitmişse muhtemelen bu kitap daha fazla etkileyecektir sizi. Bir Camus’nün Yabancı’sı ile büyük benzerlikler var. Esasında Tatar Çölü Sartre etkisinde varoluşçu bir romandır diyebiliriz. Dünya çapında ünlenmesi de Fransızca çevirinin yayınlanmasından sonra olmuştur.

Kitapta beni çarpan birkaç bölümden bahsetmek istiyorum. İlki VI. bölümdeki sorgulama. Aslında Drogo için kaderin ağlarını ördüğünü, Drogo’nun dönülmez yola girdiğini, kapıların kapandığını anlatan bölüm. Diğeri ise beni kitabın içine çeken, o an ordayım izlenimi ile ürpermeme neden olan uzak bir çağlayandan gelen sesi Drogo’nun şarkı söyleyen nöbetçiden geliyor algılaması ve hayal kırıklığı:

“Sonuçta Drogo ne olduğunu anladı ve tepeden tırnağa bir ürpermeyle titredi. Suydu bu, evet, çevredeki kayaların tepelerinden dökülen uzak bir çağlayan. Fışkıran suyu titreten rüzgâr, yankıların gizemli oynaşması, suyun çarptığı taşların çıkardığı değişik sesler, sürekli konuşan bir insan sesi oluşturuyordu: Bizim yaşamımıza değin sözler söylüyordu, hep anlayacak gibi olup bir türlü seçemediğimiz sözlerdi bunlar.

Demek ki şarkı söyleyen, bir asker, soğuğa, cezalara ve aşka duyarlı bir adam değil düşmanca dikilen dağdı. Ne acıklı bir hata, diye düşündü Drogo, belki de her şey için aynı durum geçerlidir, çevremizde bizim gibi yaratıklar olduğunu düşünürüz halbuki olan, sadece, don, ve yabancı bir dil konuşan taşlardır; bir dosta selam vermek üzereyizdir, ama kolumuz hareketsiz yana düşer, gülümsememiz yarıda kalır çünkü tamamen yalnız olduğumuzu görürüz.”

Son olarak yalnızlığın tanımı:

“Yavaş yavaş güveni azalıyordu. İnsanın, tek başına olduğu ve hiç kimseyle konuşamadığı zaman bir şeye inanması çok zordur. İşte tam da o dönemde, Drogo, insanların her zaman birbirlerinden uzakta olduklarını fark etti, birisi acı çektiğinde, acısı sadece kendisine ait oluyor, hiç kimse o acıyı birazcık olsun dindiremiyordu; bir insan acı çektiğinde diğerlerinin, duydukları sevgi ne denli büyük olursa olsun, bu yüzden acı çekmediklerini ve yaşamdaki yalnızlığı işte bu durumun oluşturduğunu fark etti.”

Drogo kaybetmemiştir. Çok da güzel bir hayat yaşamıştır.

Hamiş:

  1. Tatar Çölü’nü okuduktan bir hafta sonra filmini izledim. Roman okumanın lezzeti ile film izlemedeki kapana kıstırılma duygusunu yine hissettim. Benim hayalimdeki Bastiani o değildi, ben filmde anlatıldığından daha yoğun yaşamıştım eseri, hissetmiştim.Beni en çok etkileyen anlar filmde anlatılamamıştı bile. Ve üstüne kitapta olmayan sahneler de vardı. Şimdi Gülün Adı’nı izleyeceğim bakalım aynı hisler mi bekliyor beni.
  2. Kitap ilk olarak İtalyanca 1940 yılında yayınlanıyor. Bazı yorumlarda savaş yıllarında yazıldığı için diye başlayan anlatımlar gördüm. Kitap 1939’da savaş başlamadan aylar önce Buzzati tarafından yayınlanması için Leo Longanesi’ye teslim ediliyor. Kitabın el yazmasını (La fortezza –kale- başlığı ile) teslim eden Buzzati görevi nedeniyle o yıllarda çalıştığı Corriere della sera’nın Addis Abeba bürosuna gidiyor. Editörü kitabın ismini pazarlama ve anlam açısından yetersizliği nedeniyle Buzzati tarafından yeniden isimlendirilmesini istiyor ve nihai isim ortaya çıkıyor: II deserto dei tartari.

tatar-colu1

Tanıtım Bülteninden:

İtalyan edebiyatının köşe taşlarından Dino Buzzati’nin ilk romanı olan Tatar Çölü, modernist edebiyata yapılmış en önemli katkılardan biri. Genç teğmen Giovanni Drogo, ilk görev yeri olarak Tatar Çölü’ndeki Bastiani Kalesi’ne tayin edilir. Uzun boylu kalmak istemediği bu sınır bölgesinde geçirdiği seneler ona, vaktiyle gözünde büyüttüğü zafer tutkusunun kofluğunu ve askerlik hayatının monotonluğunu öğretir.

“Yaşamı boyunca beklediği an” bir türlü gelmez. Zamanla “sesi, ihtiyar sesine dönüşür”, “bakışları çok yaşlı bir adamın bakışları gibi sarımtırak ve camdan bir görünüş alır”. Varoluşun anlamsızlığı, boylu boyunca serilir önüne. Gündelik hayatın durağan ritmi, alışkanlıkların uyuşturucu etkisi ruhunun derinliklerine işlerken Tatar Çölü’nün sadece kendisinin değil aynı zamanda insanlığın sınır bölgesi olduğunu anlar. Edebiyatta Beckett, Camus ve Kafka’nın başlattığı varoluşsal sorgulamaya karmaşık bir boyut katan, zengin bir anlatı Tatar Çölü.

“Tatar Çölü, sadece aklıyla hareket ettiğini düşünen insanlara meydan okumak gibi büyük bir riski göze alan, sıra dışı bir roman.”

Tim Parks

  • Kitabın Adı: Tatar Çölü
  • ISBN: 9789754701258
  • Orijinal Adı: Il Deserto dei Tartari
  • Kapak: John Martin, “Ay Işığı – Chepstow Kalesi”, 1815
  • Yayın No: İletişim – 134
  • Dizi No: Dünya Edebiyatı – 26
  • Alan: Çağdaş Dünya Edebiyatı
  • Sayfa Sayısı: 232 sayfa
  • Baskı: 18. baskı – Ocak 2018 (1. baskı – Mart 2015)
  • Yazar: Dino Buzzati
  • Çeviren: Hülya Uğur Tanrıöver
  • Dizi Yayın Yönetmeni: Murat Belge
  • Yayına Hazırlayan: Şirin Etik
  • Kapak: Suat Aysu
  • Yayınevi: İletişim Yayınları

https://www.iletisim.com.tr/kitap/tatar-colu/9039#.W2L5cNIzZPY

Bastiani Kalesi’ne Sığınmak: Tatar Çölü” için bir yanıt

Yorum bırakın