Ceza Hukuku Sorgulaması Olarak Roman

Neredeyse iki yüz yıla yakın süre önce Victor Hugo idam cezasının kaldırılması amacıyla ilk baskısında imzasını da atamayarak enfes bir kitap yazmış: Bir İdam Mahkumunun Son Günü. Kitapta beni en çok etkileyen bölümler sekizinci ve dokuzuncu bölümler. Sekizinci bölümü aşağı aldım. Dokuzuncu bölümde ise Hugo’nun ikinci baskıya yazdığı önsözde de belirttiği idam cezasına karşı çıkmanın gerekçelerinden birisini okuyoruz: Bir insanı idama mahkum etmek bir aileyi mahkum etmektir. Bu bölümde yazarın kahramanı arkada bıraktığı üç yetim kadını; annesi, eşi ve kızını anlatıyor. “Fakat kızım, çocuğum, gülen, oynayan, şu anda şarkı söyleyen ve hiçbir şey düşünmeyen benim zavallı küçük Marie’m; bana asıl acı veren o!” diye bitiyor bölüm.

Romanı hukuk sosyolojisi/psikolojisi derslerinde ya da genel olarak hukuk fakültelerinde okutulması gereken bir eser olarak görüyorum. Kitabın en vurucu cümlelerinden birisi de önsözden: “Çarpık ve kör ceza mevzuatı, nereden dönerse dönsün masumu vuruyor!”

 

VIII

Kaç günüm kaldı; saymalıyım:

Kararın okunmasından sonra, yargıtaya başvurmak için üç günlük bir süre.

Ağır ceza mahkemesinde sekiz günlük bekleme, bundan sonra, söylediklerine göre, belgeler bakana gönderiliyorlar.

Belgelerin varlığından bile haberi olmayan ve bunları inceledikten sonra yargıtaya gönderdiği varsayılan bakanın masasında geçecek olan bir on beş gün daha.

Orada sıralama, numaralama, kayıt işlemleri: Çünkü giyotinin işi başından aşkın ve herkes sırasını beklemek zorunda.

Size haksızlık olmasın diye geçen bir on beş gün.

Sonunda mahkeme toplanır, bu genellikle perşembeleri olur, toplu olarak yirmi dava dilekçesine bakılır ve hepsi birden bakana, oradan başsavcıya, oradan da cellada gönderilir. Üç gün.

Dördüncü günün sabahı, başsavcı yardımcısı gelir, boynunda bir kravat; ve şöyle der: “Bu iş artık bitmeli.” Ve sonra, eğer tutanak yazmanı herhangi bir arkadaşı ile birlikte kahvaltıya gitmemişse, infaz saati saptanır, kayda geçirilir, temize çekilir ve gerekli yerlere gönderilir; ertesi gün, daha tan ağarırken, Grève Meydanı’nda iskelenin kurulduğunu haber veren çekiç sesleri ve köşe başlarında toplanmış kısık sesli insanların çığlıkları duyulur.

Hepsi topu topu altı hafta. Küçük kızın hakkı varmış.

Öyleyse, en azından beş hafta diyelim ya da belki de altı… Saymaya cesaretim yok artık… Bu kadar hafta, bu Bicêtre’in hücresindeyim ve yanılmıyorsam, üç gün önce perşembeydi…

Yorum bırakın